«
  1. Anasayfa
  2. Kısa Hikayeler Oku
  3. OKULDAKİ SIR

OKULDAKİ SIR

korku hikayeleri

Okuldaki Sır / Korku Hikayeleri

Paylaşacağımız öykü korku hikayeleri kategorisinde, mümkün oldukça gerçek yaşanmış korku hikayeleri ve gizemli hikayeleri sizinle buluşturmaya çaba edeceğiz.


Küçük, şirin denecek bir köydü. Bir tepenin güney yamacında, yaklaşık aynı tarzda inşa edilmiş köy evlerinden oluşan 30 haneli ve 100 sözü dinlenen sessiz ve sakin tipik bir Orta Anadolu köyü. Öğretmenin ilk vazife yeriydi burası.

Köylüler ve çocuklar birkaç öğretmen görseler de, öğretmenin hayata ilk adımını attığı, ilk parasını kazanacağı, kendi ayakları üzerinde duracağı bir yerdi.

Muhtar, öğretmeni ilçede karşılamış, köyün dolmuşuna sıkış tepiş bindirmiş ve köye getirmişti. Akşam yemeğini yedirmiş ve karanlık çöktüğü için daha etrafını görüp tanıma fırsatı vermeden yer yatağını sermişti, yerine göre misafir odası olarak kullanılan küçük bir kilere.

Öğretmen yerini yadırgamış, heyecanının da etkisiyle geç uyuyabilmiş, epey bir dönmüştü yatağında. Sabah horoz sesleri, inek böğürtüleri ile uyanmış, nerede olduğunu anlayabilmek için etrafını şaşkınca süzmüştü, sabahın seherinde.

Biraz sonra muhtar gelmiş ve kahvaltının hazır olduğunu söylemişti. Öğretmen elini yüzü yıkadıktan sonra, köy yumurtası dahil olmak suretiyle, organik ürünlerden oluşan kahvaltısını biraz çekingen olsa da büyük bir iştahla yemişti.

Kahvaltının peşinden muhtarla beraber köyü dolaşmaya ve vazife yapacağı okulu, kalacağı lojmanı görmeye gittiler. Saçak altlarında güneşlenen köylülerle tanıştılar ve köyün az uzağında olan okula doğru yürüdüler.

Okul büyük bir bahçe içinde, tek derslikten oluşan betonarme bir binaydı. Okulun tuvaleti dışarıda bahçenin bir köşesine kondurulmuştu. Kalacağı lojmanda iki oda ve bir mutfaktan oluşan ufak bir binaydı ve tuvaleti içerideydi, En azından şimdilik iyi olan buydu.

Yoksa gecenin bir vakti üstelik karanlıkta tuvalete dışarıya çıkmayı hiç istemezdi. Ayrıca okulların açıldığı Eylül ayı epey bir serin havaya denk geliyordu. Yükselti olarak ta yüksek olan köyde esasen ceketler ve kazaklar çoktan giyilmeye başlamıştı.

Öğretmen ilçeden getirmiş olduğu öteberiyi mutfağa gelişigüzel bıraktı. Muhtar da bir isteği olursa isteyeceğini söyleyerek çıkıp gitti. Lojmanda yatak, masa, iskemle ve bir kilimden oluşan eşyalar vardı. Eh bekar bir öğretmen içinde yeterdi şimdilik.

Az bir temizlik yapmış oldu ve muhtarın yollamış olduğu yumurta ile güzel bir menemen yaptı kendine. Çayını da demleyip cam kenarına kurduğu masada iştahla yedi. Yemeğini yerken de köyü inceliyor, evlatları okutacağı okula bakıyordu.

Sevmişti köyü. Sessiz, kendi halinde bir köydü işte. Aslen sessizliği pek sevmezdi. Bıyıkları yeni terlemiş, yirmili yaşlarda toy bir delikanlıydı daha. Üniversite haricinde evinden ilk kere ayrılıyordu.

Üniversitedeki kalabalık talebe birlikteliğinden sonrasında bu aşırı sessiz ortam içini ürpertmişti. “Her neyse kafamı dinlerim birazcık” diyerek ufak bir teselliye sığındı. Kısa gün acele bitmiş ve akşamın hüznü çökmeye başlamıştı.

Köye henüz elektrik gelmemişti. Gaz lambasında yürüyordu yaşam. O da gaz lambasını yaktı ve ufak pilli radyosunu açarak oynak bir hava buldu. Yeni okumaya başladığı kitabını açarak, kalmış olduğu yeri buldu ve okumasına kalmış olduğu yerden devam etti. Bir süre sonra yorgunluktan da olsa gerek uykusu gelmeye başladı.

İhtiyaçlarını giderdikten sonrasında yatağına uzandı ve lambayı tam kapatmayarak hafifçe kıstı. Ortalığı loş bir ışık sardı. Bir süre öylece yattıktan sonrasında dalıp gitti. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu, fakat sıçrayarak uyandı. Her taraf zifiri karanlıktı.

Lambanın gazı bitmiş, sıkıntılı ve boğucu bir karanlık odaya hakim olmuştu. Camdan dışarı baktığında aynı şekilde köyünde karanlıklar için bulunduğunu ve tek bir ışık dahi görülmediğini fark etti.

Yüzünü okula döndüğünde ise korku ve şaşkınlığı aynı anda yaşadı. Okulun içinden bir ışık sızıyordu. Zifiri karanlık içinde tek ışık deposu oydu. El fenerinin ışığında saatine baktı, gecenin 3.27’sini gösteriyordu. Bu saatte okulda kim olabilirdi?

Acaba baksa mıydı? Ya da sabahı mı beklese? Fakat okulun sorumluluğu artık kendindeydi. Bir şey kaybolsa yada yangın falan çıksa, suçlu kendisi olurdu.

El fenerini aldı, üstüne bir şeyler giyip çıktı. Dışarı çıktığında buza benzer biçimde bir hava vardı. Ayaklarının ucuna basarak okula doğru yürümeye başladı. Feneri sağa sola tutarak etrafta kimse var mı, diye bakınıyordu. Fakat koyu ve derin bir karanlıktan başka bir şey görünmüyordu.

Okulun kapısına baktı ilk. Kapı kilitli bununla birlikte asma kilitle daha da emniyetli hale getirilmişti. Arka tarafa dolanarak camdan bakmayı denedi. Alta eğildi ve başını yukarı kaldırarak cama doğru uzandı. Gözleri içeriyi görecek kadar ayağa kalktı.

İçerde kimseler görünmüyordu. Öğretmen masasının üstünde oldukça eskilerden kalma bir kandil yanıyordu. Yandaki öteki iki cama da baktı, eliyle itti. Kırık olup olmadığına baktı. Yoktu. Pencerelerden de girilmemişti. O vakit bu kandil içeride nasıl yanıyordu. Yada içerde her kim var ise, nasıl girmişti?

Sağa sola bakınırken içeride bir gölge belirdi. Derhal olduğu yere çöktü. Camdan gelen ışık dışarı sızıyor ve karanlığın içinde yere düşerek orayı aydınlatıyordu. Yere düşen ışıkta bir kararma belirdi. İçerideki her kim ise öğretmenin olduğu cama doğru yaklaşıyordu.

Öğretmen olduğu yere iyice sinmiş görünmekten korkuyordu. Gölge daha da büyüdü ve cama doğru yaklaşıldığını belli edercesine ışığı kapatmaya başladı. Artık içerideki gölge cama tamamen yapışmış, dışarı bakıyordu. yere düşen ışık neredeyse kapanmak üzereydi.

Öğretmen korkudan titriyor, görmek istemeyeceği bir görüntü ile karşılaşmamak için gözlerini kapatıyordu.

Camın dibinde gözleri kapalı yarım dakika kadar bekledi. Gözlerini yavaş yavaş açmaya başladı. Korkudan zangır zangır titriyor dişleri soğuğunda etkisiyle birbirine vuruyor fakat o, ses çıkmasın diye dişlerini sıkıyordu. Gözlerini yarım aralayıp yerdeki ışığa baktı.

Işık gene tam olarak yere düşüyordu. Bu da içerideki varlığın camdan çekildiğine delaletti. Bir süre daha o şekilde bekledi. “Beni gördü mü acaba? Her kim ise ya elinde bir tabanca ya da bıçak var ise ve beni öldürmek için bekliyor yada dışarı çıkıyor” diye karamsar düşüncelerle saniyeler içinden bin bir türlü yorum yapıyordu.

Artık kaderine razı birazcık daha bekledi. Bir taraftan da merakını yenemiyordu. Tüm cesaretini topladı ve yavaşça yukarı cama doğru yine uzandı. Göz hizasına almış olduğu pencereden içeri bakmaya çalıştı. İçerideki kandil olduğu yerde isli bir halde yanıyordu.

Kimseler görünmüyordu. Birazcık daha kalkarak içeriyi tamamen görmeye çalıştı. Bir taraftan da içerideki her ne ise, arkadan gelip bir fenalık yapabilir diye sessizliği dinliyor, ayak sesi duymaya çalışıyordu.

Birazcık daha cesaretlenerek ayakları üstünde terfi etti ve camdan her tarafı görmeye çalıştı. Fakat içerideki kandilin izin verdiği kadar aydınlıkta seçmeye çalışıyordu etrafı. Öğretmen masasının üstünde bir beyaz örtü dikkatini çekti.

Kirli ve yer yer yırtılmış bir beyaz örtü ve kandilin ışığının altında gölgeleniyor hafiften ışık dalgasında sanki oynuyordu. Elini cama yaslayarak ve gözlerini tam açarak net bir şeyler görmeye çalıştı. Başka dikkat çekici bir şey yoktu.

Yeniden kandilin solgun ışığına bakarken, birden pencerenin iç tarafındaki zeminden bir şey yükselerek tam karşısına dikildi ve o anda bir çift simsiyah ve devasa gözle karşı karşıya geldi.

Donup kalmıştı. Sesi çıkmıyor, olduğu yerde kıpırdayamıyor, sanki nefes bile alamıyordu. Tek hareketli yeri delicesine vuran kalbiydi. Fakat bu gidişatta atmaya devam ederse o da duracaktı. Karşısında korkulu bir görüntü beklerken, nur yüzlü bir ihtiyarla karşılaştı.

Aslen tam bir ihtiyarda denemezdi, uzamış saklarlına birazcık beyaz düşmüş, saçları da aynı şekilde uzun, ara ara beyazlamış ve ensesinden dökülüyordu. İri bir görünüme haiz ve dinç duruyordu. Üstündeki elbiseler askeri bir üniformayı çağrıştırıyor, sadece her tarafı dökülecek kadar yırtıktı.

Bir süre öğretmen dışarıda, yabancı içeride aralarındaki camda göz göze bir süre bakıştılar. Etkisi altına alan bakışlar karşısında öğretmen daha çok dayanamadı ve kendinden geçti. Uyandığında hava aydınlanmak üzereydi.

Derhal toparlanıp, birazda korkuyla içeriye baktı. Kimseler görünmüyordu. Ne bir ışık, ne bir kimse vardı. Tıpkı okulu terk ederken ki görüntü öylece duruyordu içeride.

Okulun kapısına koştu ve kilidin hala aynı şekilde kapalı bulunduğunu gördü. Anahtarları ile açıp etrafı kolaçan ederek içeri girdi. Kalbi geceki benzer biçimde delice atıyordu. Sınıfa girdi ve olağanüstü hiçbir şey göremedi. Sanki gördükleri bir hayal, hatta kabustu.

Galiba beynimin oynadığı bir oyun bu dedi. Korkulu bir rüya gördüm ve buraya kadar sürüklendim. Fakat asla uyurgezerlik şeklinde bir hastalığı yoktu.

Fakat gece gördükleri inanılmaz görüntüden şu an için yapıt yoktu. O vakit bu nasıl olabilirdi? Öğretmen koltuğuna çöktü ve düşünmeye başladı. Sadece bir anlam veremiyordu. Yeniden kalktı ve lojmanına doğru yürümeye başladı. Sıkı bir kahvaltı edecek ve gördüklerini yada gördüğünü sandıklarını tok karınla düşünecekti.

Çayı ocağa koydu, birkaç dilim peynir çıkardı ve muhtarın verdiği köy ekmeğini ısıtmak için sobaya koydu. Soba sönmek üzereydi. Yeniden tutuşturmak gerekiyordu. Birkaç parça dal parçası getirdi ve yakmak için kağıt aradı. Elindeki kitabından başka kağıt yoktu.

Kömürlüğe gidip baksa iyi olurdu. Kömürlüğü açtı ve gözünün karanlığa alışmasını bekledi. Bir süre sonra içeride çuvallar içinde duran dosyaları ve yakılması için bırakılmış tomarlarca kağıt buldu. Daha sonrada lazım olacağı için çuvalın birisini sırtladığı benzer biçimde lojmana geri döndü.

Çayı demleyip tekrara altına su çekti. Ekmeğini ısıtmak için sobaya çuvaldaki kağıtları yırtıp atıyor, üstüne çalı çırpı koyuyordu. Soba gürüldeyerek yandığında hem içi ısındı, hem de morali yerine geldi.

Yatağına sırt üstü uzanıp bir süre bekledi. Uyumak üzereydi ki, okul saatinin yaklaşmakta olduğunu anlamış oldu. Öğrenciler biraz sonra gelmeye başlarlardı.

Yatağa oturup çuvaldaki evrakları, dosyaları çıkarmaya, ne olduklarını anlamaya çalıştı. Muhtemelen kendisinden önceki öğretmenlerin artık geçerliliğini yitiren evraklarıydı bunlar.

Ders notlarını, eski kayıtları toplamıştı meslektaşları. Çuvalın altına doğru kırmızı yırtık bir dosyaya uzandı. Üstünde hiçbir şey yazmıyordu. Dosyayı açtı ve içindekilere göz gezdirmeye başladı.

Okulun ilk açıldığı yıllara ilişkin köyün ve okulun fotoğrafları, detayları vardı. Resimler nefes ve eski, yazılar yer yer silinmişti. Son sayfaya ulaştığında aniden şok oldu.

Bir resimdeki şahıs akşam gördüğünü sandığı varlığa nasılda benziyordu. Hatta dikkatli baktığında o olduğuna kesin emin oldu. O simsiyah gözleri unutması mümkün değildi.

O arada kapı çalındı. İrkilerek doğruldu ve kapıyı açtı. Muhtar elinde sıcak ekmekle kapıda duruyordu. Muhtarı içeri buyur etti ve yatağa oturttu. Dosya hala elindeydi. Derhal resmi göstererek muhtara “bu kim” diye sordu. Muhtar; “O köyümüzün bir garibanıymış.

Askerde Kore savaşına gitmiş ve tekrar Kore den geri dönmemiş. Ondan hiçbir haberde alınamamış. Sonradan Kore cenginde şehit bulunduğunu ve oraya defnedildiğini öğrendik” dedi.

Konuk Yazarımız : YAVUZ ÇİFÇİ


Gerçek Korku hikayeleri kategorimize ait “OKULDAKİ SIR” isimli, Kısa Hikaye okudunuz, Yorumlarınız bizim için Çok değerli, yorumlarınızı bekliyoruz.


İlginizi Çekecek Hikayeler


Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Aşk Hikayeleri
Başarı Hikayeleri
Korku Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler
Yaşam Tadında Kısa Hikayeler (Youtube)

İlginizi Çekecek Hikayeler

Bir Cevap Yaz

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *