«
  1. Anasayfa
  2. İbretlik Hikayeler
  3. İyi İnsanların Sessiz Cenneti

İyi İnsanların Sessiz Cenneti

duygusal hikayeler

İyi İnsanların Sessiz Cenneti (Duygusal Hikaye)

Bu duygusal hikaye, kalp hastalığıyla mücadele eden yaşlı bir adam ile ona bakan genç bir adamın arasındaki güçlü bağa odaklanıyor. Kalp nakli bekleyenlerin ve hasta bakıcılık hikayelerinin öne çıktığı bu anlatı, aynı zamanda hayat mücadelesi veren insanların karşılaştığı zorlukları gözler önüne seriyor. Üvey babanın eziyetine rağmen sevgi dolu bir yürekle, yaşlı bir adamın son günlerinde ona eşlik eden genç, gerçek dostluk ve manevi aile ilişkileri üzerine dokunaklı bir ders veriyor. İyi insanlar cennete gider mi? sorusu, bu duygusal hikaye nin kalbinde yer alıyor.


Doğuştan kalp yetmezliği hastasıydı Asiye. Yirmi yaşına kadar babasının götürmediği doktor kalmamıştı. Sekiz dönümlük arazinin hasadı elbette hiçbir şekilde karşılamıyordu tedaviyi.

Yirmi üç yaşına geldiğinde hastalığı iyice ilerlemişti. Doktor ise artık kalp naklinden başka hiçbir yolun kalmadığını söylemişti. Sözlüsü Süleyman, ameliyat için gerekli parayı biriktirmek uğruna civardaki en riskli kömür madeninde çalışmaya başlamıştı.

Kapıyı çalıp içeri girdiğinde, hasta yatağında yatan adam onu dikkatlice izlemişti. Çelimsiz, hafif uzun boylu ve mahzun bakışlı bir gençti… Sanki dünyanın bütün acılarını sırtına yüklemiş de, dokunsan ağlayacak bir duruşu vardı.

“Seni avukatım Mahmut Bey mi gönderdi? Yine illet birini göndermiş. Suratında meynet yok. Diğerleri gibi ya evimi soyarsın ya da iki gün sonra bakmaktan bıkıp dövmeye kalkarsın beni,” demişti sinirli bir halde.

“Yok efendim. Siz benim büyüğümsünüz. Hiç el kaldırır mıyım size? Ben saygısızlık etmem size…” dediğinde, cümlesini bitirmesine izin vermeden, “Fazla konuşma… Cevap da verme. Bu evde sadece işini yapacaksın. Laubaliliği sevmem ben. Hulusi Bey diyeceksin bana,” diye karşılık vermişti. Adını sorduğunda ise, “Mustafa…” diye cevap vermişti genç adam tereddütle.

Hulusi Bey, maaş karşılığı kendisine bakmak için gelen herkesin yüreğinde derin yaralar açmasından bıkmış, korkmuş ve artık insanlarla bağ kurmaktan çekinir hale gelmişti. Bu yüzden Mustafa’ya böyle sert davranmıştı belki de. Her gün köşke geldiğinde, yüzünde bir sürü yara olurdu genç adamın.

Hulusi Bey, sonraları üvey babasının çok dövdüğünü, eziyet ettiğini öğrendiğinde, içten içe üzülse de, şımarmaması için hiç belli etmemişti ona. Geceleri kendi evine giderdi Mustafa. Köşkün bulunduğu sokaktan iki sokak ileride, gecekondu mahallesinde kalırdı. Hulusi Bey’e bakmanın karşılığında aldığı maaşı ise eve gider gitmez üvey babası elinden alırdı.

Bir gün köşke elinde el yapımı bir şilteyle gelmişti Mustafa. Hulusi Bey’i aylardır kalkmadığı yataktan kaldırıp, şilteyi sermiş ve, “Anam el işi bir şeyler yapar. Bu şilteyi yapmasını istedim sizin için. Bakın, üzerinde delikleri var. Sürekli yattığınız için vücudunuz yara oluyor. Bu şilte sayesinde rahat edeceksiniz inşallah,” dediğinde içi cız etmişti yaşlı adamın.

Ama yine içindeki korkuları tekrar yaşamak istemediğinden, “Hadi işine… Çok konuşma,” diye terslemişti delikanlıyı. Mustafa ise zerrece alınmıyordu yaşlı adama. Geceleri uyuyamadığını bildiği için, eve gitmeden hemen önce kütüphaneden aldığı bir kitabı Hulusi Bey’e okumaya başlamıştı. Her defasında terslense de, yaşlı adamın mimiklerinden okuduğu kitapları sevdiğini anlıyordu.

Bir gece yine kitap okuyup, yaşlı adam uyuduktan sonra köşkün kapısını kilitleyip evine gitmişti. Yatağına yattıktan sonra ise büyük bir korkuyla doğrulmuştu yerinden Mustafa. Üç kilometre yolu olanca gücüyle koşup, köşkün kapısını çalmış ve içeri girdiğinde, Hulusi Bey’in merakla ona baktığını görünce, nefes nefese kurmuştu cümlelerini: “Özür dilerim efendim.

Eşyalarınızı yıkayayım derken, ilacınızı unutmuşum. Ama inanın aklıma gelir gelmez, hemen yatağımdan kalkıp geldim.” Yaşlı adam, “Bu saatte sırf bunun için mi geldin çocuk? Hem de hiç kimsenin yıkamaya tenezzül etmediği eşyalarımı yıkadın öyle mi? Sen ne iyisin…” demişti başını diğer tarafa çevirerek.

Mustafa’nın gözlerine baksa ağlayabilirdi çünkü. O an genç adam, ağlamaklı bir sesle, “Bu dünyada hep cehennemi yaşadım efendim. İyi insanlar cennete gider mi?” diye samimiyetle sormuştu. Yaşlı adam, çocuğun çektiği eziyetleri anlamıştı bu soruyla. Sustu sadece… Aldığı aylığa rağmen, ucu yırtık ayakkabılarından, bütün parasını üvey babasının aldığını tahmin etmek zor olmamıştı.

Ertesi gün Mustafa’ya bir çanta dolusu, kendi giymediği yeni ayakkabılarından verdiğinde, genç adamın sevinçle çantayı sinesine bastırması görülmeye değerdi. O günden sonra arkadaş olmuşlardı. Mustafa, Hulusi Bey’i rahmetli babası yerine koymuştu. Yaşlı adam ise Mustafa’yı evladı yerine koymuştu.

Bir bebek gibi bakıyordu hasta adama. Yıllar sonra belki ilk defa biri yıkamıştı adamı. İlk defa tekerlekli sandalyesine koyup, köşkün bahçesini gezdirmişti. O günden sonra hiç huysuzluğu kalmamıştı Hulusi Bey’in. Baba evlat nasılsa öyle olmuşlardı. İlk defa Mustafa’ya “evladım” diye seslenmişti. İkisinin de yüreği yanmıştı sanki. Belki de senelerdir arayıp bulamadıkları sevgiyi bulmuşlardı birbirlerinde.

Bir ay sonra Hulusi Bey’in hastalığı ilerlemiş, hastaneye kaldırılmış, bir hafta sonra doktorlar artık yapılabilecek bir şey olmadığını söyleyip eve göndermişlerdi yaşlı adamı. Mustafa, annesinden izin alıp, köşkte yanında kalmaya başlamıştı. Ona bir şey olmasından öyle korkuyordu ki… Birkaç sabah sonra ise korktuğu başına gelmiş ve manevi babası olarak gördüğü Hulusi Bey’i kaybetmişti.

Ertesi gün mezarı başında hıçkırıklarla ağlayan tek kişi Mustafa’ydı. Hulusi Bey’in avukatı Mustafa’nın yanına gelip bir zarf uzatmıştı tam da o anlarda. Mustafa ancak akşam karanlığında ayrılabildi mezarın başından. Evine geldiğinde ise yüreğinde öyle bir sızı hissetmişti ki.

Sonra avukatın verdiği mektubu hatırladı ve açtığında çok şaşırdı. Hulusi Bey’in bütün mirasını kendisine bıraktığına dair bir vasiyetnameydi bu. Zarftan bir de mektup çıkmıştı. Hulusi Bey’in el yazısıyla yazıldığı belli olan mektupta şu cümleler yazıyordu:

“Evladım Mustafa’m, Bir gün bana sormuştun ya hani, ‘İyi insanlar cennete gider mi?’ diye. Onu Rabbim bilir evladım. Ama ben şunu biliyorum ki, bu dünyada iyi insanlar nereye gitse orayı cennete çevirirler. Ömrümün sonbaharında bana cenneti yaşattığın için sana minnettarım çocuk.”


Bu Bu duygusal hikaye, kalp hastalığıyla mücadele eden yaşlı bir adam ile ona bakan genç bir adamın arasındaki güçlü bağa odaklanıyor., yaşlı bir adam ve ona karşılıksız sevgiyle bakan genç bir adamın kalplerindeki derin bağla, zor hayat koşulları ve kalp yetmezliği gibi hastalıkların getirdiği zorlukların ötesinde, insanlığın en saf halini yansıtıyor. İlham verici hastalık hikayeleri arasında yer alacak bu öykü, hepimize gerçek dostluk ve manevi bağlar ile her koşulda iyiliğin var olabileceğini hatırlatıyor. İyi insanlar cennete gider mi? sorusu, bu hikayenin arka planında yankılanırken, yaşanmışlıkların bıraktığı izler sonsuza dek sürecek.


Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Aşk Hikayeleri
Başarı Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler
Kısa Hikayeler (Youtube)


 

İlginizi Çekecek Hikayeler

Bir Cevap Yaz

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *