«
  1. Anasayfa
  2. İbretlik Hikayeler
  3. ÇOCUK GELİN

ÇOCUK GELİN

İbretlik hikayeler

Çocuk Gelin / İbretlik Hikayeler

İnsanlığın karanlık yüzlerinden biri olan “çocuk gelin” olgusu, ibretlik hikayeler de derin yara izleri bırakan, ibretlik hayat hikayeleriyle anlatılmaktadır. Bu Gerçek hikayeler, genç yaşta evlendirilen masum kızların hayatlarına odaklanarak, toplumsal ve kültürel dinamiklerin nasıl acı verici sonuçlara yol açabileceğini gözler önüne seriyor. İnsanın vicdanını sarsan bu hikayeler, çocuk gelinlerin yaşadığı zorlukları ve mücadeleleri yansıtarak, geleceğe daha adil bir dünya inşa etme yolunda ibretlik dersler sunuyor.


Çığlık çığlığa bile bağıramamıştı çünkü utancı acısının önüne geçi vermişti. Kıyametler kopuyor ruhu bedeniyle can çekişiyordu adeta. Bu nasıl bir vicdandı? Nasıl bir İnsafsızlıktı? Okkalı iki tokat yedikten sonra birbiri ardına tehditler sıralan­dı. “Söylediklerimi duydun mu?” diyen o iğrenç mahlûk, defa­larca aynı cümleyi tekrarlıyordu.

Zavallı Zenan İki analı evin ve dayakçı bir babanın şerrinden kurtuldum zannederken kade­rinin en İğrenç sahnesiyle yüzleşmişti o anda. Onun yaşadığı topraklarda daha on dördünde evde kalmış muamelesi görür­dü kızlar. O da on dördüne basmıştı ki bakkal Musa’nın dokuz çocuğundan beşincisi olan İsa İle evlendirildi.

Hem de daha evleneli İki ay bile olmamıştı. Zenan pamuk gibi bembeyaz, kimsenin gözlerinin içine bakamayacak kadar da utangaçtı. O daha kendini yeni keşfetmeye çalışan bir sebil, kısacası çocuk­tu.

Şoka girmiş sadece olduğu yerde kaskatı kesilen vücuduy­la acı ve utanç içerisinde bir şeyler mırıldanıyordu. “Neden… Neden?” Berbat bir halde etrafına bakınırken bir yandan da üstünü başını toparlamaya çalışıyordu. Nefesi kesilmiş kalbi korkak bir serçe kadar hızlı atıyordu.

O an yaşananların ger­çek olduğunun bir kez daha farkına vardı. Göçük altında kal­mak ya da İlme lime doğranmak hiç kalırdı yaşadığı durum karşısında. Tehditler kulağında çınlarken yaşadıklarını hangi cesaretle nasıl anlatabilirdi kİ! Olanaksız bir şeydi ve kimse­ler ona inanmazdı hatta infazı o dakikada gerçekleştirilirdi.

Ayağa kalkıp üstünü başını düzelttikten sonra ahırdan koşar adımlarla evine giderken; ardında bıraktığı mahlûk nasıl bir çorap ördüğünün farkında bile değildi. Eşi Isa henüz işlerini bitirememiş ve tarladan gelmemişti. Zenan eve gelir gelmez banyoya girip dakikalarca yıkandı. Bir yandan da sessiz sessiz ağlıyor binlerinin onu duymasından ödü patlıyordu. Bundan sonra insanların yüzüne en önemlisi de kendi bedenine nasıl bakıp yaşayacaktı?

Ne yapacağını bilmez bir halde yatağına oturmuş; “Ölüm Allah’a kavuşmak! Belki kurtulurum” diye düşünürken kocası İsa kapıyı çaldı. Belki onu hiç görmeden evlenmişti ama İsa iyi adamdı. Çalışkan evinin yolunu bilen, kadına şefkat göste­ren mert bir delikanlıydı.

Hemen toparlanıp üstüne bir şeyler giydikten sonra kocasını karşıladı ama onu görmeye hiç ha­zır değildi. Her şeyi itiraf etse acaba kocası ne yapardı? Sa­niyelik bir düşünceyi bile kaldıramadı bünyesi ve hoş geldin diyerek kapının hemen yanında duran terlikleri İsa’ya uzattı.

Günler geçtikçe dört duvarlar üstüne üstüne geliyor, geceleri kâbuslarla uyanıyor hatta zorunlu olmadıkça artık evden bile çıkmıyordu. Defalarca intihar etmeyi düşünmüş fakat Allah korkusu eylemini gerçekleştirmesine izin vermemişti.

Ailesi çok sık ziyaretine gelemiyor geldiklerinde de onlarla hiçbir şeyini paylaşamıyordu. Yaklaşık bir ayı geçmişti ki gittikçe sa­rarıp solmaya sürekli baygınlık geçirmeye başladı. Eşi İsa apar topar Zenan’ı alıp kasabadaki sağlık ocağına götürdü. Birçok tahlil yapıldı ve muayenenin ardından da Zenan hamile ol­duğunu öğrendi.

İsa sevinçten havalara uçuyor karısına ben anlamıştım zaten ama yine de emin olmak istedim diye söy­leniyordu. Zenan şaşkınlıkla “Bir insan çocukken nasıl çocuk sahibi olabilir?” der gibi bakıyordu. Doktor Zenan’ın çok iyi bakılması gerektiğini belirterek hamileliği boyunca yapması gerekenleri açıkladı. Ve iki genç işlerini bitirdikten sonra kasa­badan ayrılıp köylerine geri döndüler.

Zenan sevinmeli miydi? Yıkılmış bir harabe ne kadar ta­mir edilebilirdi ki? Bir çocuğa evcilik oynaması için bir bebek armağan etmek gibi bir şeydi sanki. Yine de Zenan’ın haya­ta bağlanmak için bir sebebi vardı artık.

Yüce Allah ona bir can daha teslim etmişti ve onu korumak zorundaydı. Dua edip sabır dilemekten başka şansı olmadığını kabullenmişti artık. Eşi İsa evin bir bölümünde bir kilim tezgâhı kurmuştu ve Zenan’da burada kilim dokuyordu. Böylece evin geçiminde eşine destek olurken bir yandan da kendisini iyileştirmenin yollarını arıyordu.

Bazen gözyaşları içerisinde bazen de sabır ve sükûnetle çilesini tamamlıyordu. Kadın olmak nasıl bir suçtu? Ve hayvansı bir içgüdüyle nasıl oluyor da bu deyyuslar istedikleri anda gözüne kestirdiklerine el sürebiliyordu? Zenan bunların muhakemesini kendince yapmaya çalışırken yalnızca iç sesiyle konuşabildi. Kimi gün sessiz çığlıklar attı bazen de o zavallılara acıyarak baktı.

Zorlu ve yalnız geçen günlerin ardından nihayet beklenen çocuk Galip bebek dünyaya geldi. Zenan’ın on beşine basma­sına bir haftası kalmıştı ki bebeğini kucağına aldı. Gecenin dördünde eltileriyle Fatma ebe bebeği doğurtabilmek için in­sanüstü gayret sarf ettiler. Doktora yetiştirmeleri imkânsızdı çünkü doğum başlamıştı. Zenan bebeğini kucağına aldığı an adeta bütün günahlarından arınmıştı ve mutluluk gözyaşlarıyla yavrusuna sarıldı.

Gençliğini hatta çocukluğunu bile yaşayamayan bir kader mahkûmu gibiydi aslında. Alın yazısı denilen şey kara bir leke çalmıştı ona ve o bu lekeyle yaşarken her gün en ayıp sözcük­lerle küfrediyordu bahtına. Hayata pamuk ipliğiyle direnme çabasındayken kaderine inat yavrusuna “Galip” ismini koydu.

Galip bebek doğduğundan beri sürekli hastalanıyor bir türlü ateşi düşmüyordu. Aldığı bütün gıdaları kusuyor ve gün geçtikçe de zayıflıyordu. Zenan sürekli dualar ediyor kocası İsa kasabaya doktora götürüyor ama bebekte bir gelişme kaydedilemiyordu. Son iki aydır geceleri gündüzlerine karışmış Galip bebeğe derman olmaya çalışıyorlardı.

>Haziranın on Yedisi; Galip bebek nihayet sekizinci ayına bastı. Zenan tüm gücünü toplamış tam onu emzirmeye çalışırken birden bire kollarında kaskatı kesiliverdi. Ne yapacağını bilemez bir durumdayken bebeğini kucağına sımsıkı sarmalayıp kendisini koşar adımlarla dışarıya attı.”Komşular… Yetişini Oğlum ölüyor ”

Hemen kocası İsa köyün kahvehanesinden çağırıldı ve apar topar Galip bebeği bir araçla ilçedeki devlet hastanesine götürmek için yola çıktılar. Uzun bir süre sonra bebek yavaş yavaş gözlerini açmaya başladı fakat acı içerisinde kıvranıyor Zenan’sa bir türlü çare bulamıyordu.

Yaklaşık bir buçuk saat­lik bir yolculuğun ardından Eruh’a varıldı. Kocası İsa bebeği kucakladığı gibi acil servise koştu “Doktor yok mu?” diye ba­ğırdı. Daha otuz yaşlarında orta boylu güleç bir bey yanlarına geldi. “Buyurun ben Dr. Orhan çocuğun şikâyeti nedir?” diye sordu.

Zenan titrek ve ürkek bir şekilde acil odasındaki duvarın dibine çömelmiş doktorun ağzından çıkan her kelimeyi dik­katle dinliyordu. Doktor muayenesini yaparken İsa da Galip bebeğin rahatsızlığı hakkında bilgi veriyordu. Bu çocuğun ate­şi çok yüksek hemen çocuk bölümüne yatırıyoruz.

Bunlarda tahlilleri daha sonra detaylı bilgi verilecek, merak etmeyin şimdi yatış işlemlerini yaptırın ki çocuğun tedavisine baş­lansın.” İsa, Galip bebeği hemen laboratuvara tahliller için götürdükten sonra yatış işlemlerini tamamladı. Saat 14: 42′ yi gösteriyordu. Daha ilk bebekleriydi ve doğduğundan beri talihsiz bir şekilde doktor doktor geziyorlardı.

Zenan çaresiz bir şekilde gözlerini işini soğukkanlılıkla yapan hemşirenin üzerinden ayırmıyordu. Yavrusunun o minicik eline serum bağlayışını gözyaşlarıyla izledi. Hemşire “Merak etme! Bu se­rumdan beslenecek ve içine karıştırdığımız ilaç sayesinde de ateşi düşecek” diye teselli etti.

Hastaneye yatalı tamı tamına on dördüncü gün; Zenan ve İsa üzüntüden perişan bir vaziyette tahlil sonuçlarını bek­lemekteler. Aslında ilk tahlil sonuçları çıkmış fakat çocuk doktoru bazı bulgular sezinlemiş ve bu yüzden daha detaylı tetkikler yaptırıp Ankara’ya özel bir laboratuvara göndermiş­ti.

Zenan bitkin bir şekilde odasında yatan ve artık kirpikleri bile dökülmeye başlayan bebeğine ninni mırıldanıyordu ki hemşire gelip doktor beyin onu ve kocasını görmek istediğini söyledi.

Zenan hastanenin merdivenlerinden koşar adımlarla hastane bahçesine çıkıp kocası İsa’yı çağırmaya gitti. Köyden eş dost ve aileleri onları merak edip hastaneye ziyaretlerine gelmişti. İsa müsaade isteyip büvük bir merak ve telaş iÇerl sinde Zenan’la beraber Dr. Orhan ve Uzm. Dr. Levent beyin odasına girdi.

Uzm. Dr. Levent karı kocaya oturmalarını söy­ledikten sonra sakince dinlemelerini rica etti. Yapılan bütün tetkikler ve incelemelerin ardından gelen laboratuvar sonuç­larının da aynı şeyi doğruladığını ve bebeklerinin ilik kanseri olduğunu açıkladı. Acil bir don ör bulunmadığı takdirde bebe­ğin yaşama şansının olmadığını belirttiler. Zenan yıkılmış Isa ise hayalle gerçek arasında sıkışıp kalmış adeta kilitlenmişti.

Dr. Levent Zenan’a başka çocukları olup olmadığını sordu. Bu hastalıkta kardeşten alınacak iliğin örtüşme şansı çok yüksek­ti. Isa ve Zenan hayır dercesine başlarını sağa sola çevirdiler. Doktor o zaman en yakın aile bireylerinden başlayarak bir an önce verici bulunması gerektiğini açıkladı fakat bunun için tam teşekküllü bir araştırma hastanesine gitmeleri gerektiği­ni belirtti.

Sağlık giderleri konusunda devletin bu gibi hastalık­lara maddi destek sağladığını, kaygılanmamaları konusunda onları rahatlattı. Zenan ve İsa çıkış işlemlerini yapıp durumu ailelerine bildirdikten sonra Diyarbakır Araştırma Hastanesi­ne ambulansla Galip bebeği götürdüler.

Uzun bir yolculuğun ardından yeni bir umutla İsa elindeki dosyayı Prof. Dr. Haldun Beye uzattı.

– “Doktor bey bütün bilgiler bu dosyada akrabalarıma ha­ber verdim yarın sabah hepsi burada olacaklar.”

– “Pekâlâ, öncelikle anne ve babanın uygun olup olmadı­ğına bakacağız bunun için hemşire hanım sizinle ilgilenecek ve sizi hazırlayacaklar. Şimdi benimle gelin lütfen!”

Zenan ve İsa büyük bir heyecanla bütün tahlilleri yaptırıp örnek ilikte verdikten sonra beklemeye başladılar fakat so­nucun iki haftadan önce çıkmayacağını öğrendiklerinde kah­roldular. Sabah olduğunda İsa’nın babası bir otobüs dolusu insanla hastaneye geldi.

Kimler yoktu ki? İsa’nın bütün kar­deşleri ve yeğenleri, Zenan’ın o taş yürekli babası ve kardeş­leri herkes oradaydı. Galip bebek hayata galip gelmeliydi. Karı koca ailelerini karşılarında görünce uzun bir aradan sonra ilk kez gülümsediler. İki aile bireyleri bütün testlerden geçerek uygun olanlar ilik verdiler. Artık zorlu bekleyiş başlamıştı ve gün geçtikçe de Galip bebek için zaman daralıyordu.

Bu zorlu süreçte kayın pederi Musa ve kağnı Resul onları yalnız bırakmadı. Resul tam bir ayak adamıydı ve bakkal Musa onu yanından hiç ayırmazdı o da babasından korkar biraz da saf olduğu için itiraz edemezdi. Resul eliyle hastanenin koridorunda ki bankta oturan Zenan’ın omzuna dokundu ve “Bir şey lazım mı?” diye sordu.

Zenan kafasını çevirdiği an şeytanın siluetini gürmüşçesine tüm gücüyle dudaklarını kanatırcasına ısırdı ve hemen oradan kaçtı. Onun burada ne işi vardı… Gitmemiş miydi? Karşılaşmamak için yeterince sağa sola savrulmuştu zaten “Ondan gelecek iyiliği istemiyorum” diye söylenirken koşar adımlarla oğlunun yattığı yoğun bakım odasına çıktı. Şükürler olsun ki camlı bir odada kalıyordu ve onu dışarıdan da olsa görebiliyordu.

Yaklaşık iki aydır hastanelerde geçen günlerin ardından doktor aileyi odasına çağırdı. Bakkal Musa telaşla Resul’ü da alıp doktorun kapısını çaldı ve ” Bizde gelebilir miyiz doktor efendi? Çok meraktayız” dedi.

Prof. Haldun Bey aileyi odasındaki kahverengi deri koltuklara buyur edip oturttuktan sonra” nihayet bu bekleyişin ardından aradığımız don örü bulduk!” müjdesini verdi. Bakkal Musa telaşla “kim” diye sordu? Doktor bey “Bu gibi durumlarda kardeş çok önemli! Evet, uygun verici bebeğinizin abisi” deyince; hep bir ağızdan “hayır nasıl olur? Onun kardeşi yok o tek çocuk yanlışınız var doktor!” sesleri yükseldi.

Haldun Bey kardeş konusunda bilgi almamıştı bu gibi bilgileri daha çok asistanları takip ettiği için bu durum karşısında o da şaşırdı. Dosyasını açıp isim listelerine baktı ve ağızları açık şaşkınlık içerisinde doktoru pür dikkat dinleyen aileye; “Şimdi beni iyi dinleyin! Hepinizin kan örnekleri alındı ve incelendi ayrıca en yakın aile bireyleri arasında DNA incelemesi yapıldı. Bu durumda soruyorum Selim GÖKPINAR neyiniz oluyor?”

Resul hemen saf saf atladı ve “Benim oğlumdur doktor bey” dedi ve o anda bütün gözler Zenan’ın üzerine kara bir bulut gibi çöktü. Zenan’sa çoktan Azrail’e ruhunu teslim etmiş kelimeyi şahadet getiriyordu. O kara lekenin bir meyve vereceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Bütün sevinci kursağında kalmış zavallı bir kurban gibi boynu bükük bekliyor­du.

Isa silkindi ve destur çekip ayağa kalkarken Prof. Haldun Bey bir aile dramının tam ortasında olduğunu çoktan anlamış anlamsızca kurbanı çözümlemeye çalışıyordu. İsa Zenan’a dö­nerek “Bir kez soru soracağım sen de cevaplayacaksın” diye bağırdı. “Resul sana ne yaptı?” Belli ki bu ilk vukuatı değildi daha önce de sapkınlıkları olmuş ve ört pas edilmişti.

Zenan şok geçiriyor çenesi kilitlenmiş elleri bum buz kesmişti. Dok­tor Haldun Bey biraz ürkek bir sesle ” Lütfen sizi anlıyorum ama burası hastane uygun bir ortamda konuşalım” diyerek uyardı.

Bakkal Musa beylik tabancasını çıkarıp Zenan’ın kafasına tuttu ve “Demek sen iki oğlumu birden idare ediyorsun” diye­rek Resul’ü kurtarmaya çalıştı fakat İsa bu numarayı yemedi. Doktor Haldun Bey korku içerisinde kendisini odasından dı­şarıya atarken; dışarıdakileri odasına girmemeleri konusun­da uyararak hastane personelinden polise haber vermelerini istedi.

Zenan tüm cesaretini toplayıp Bakkal Musa’ya, “Bana saldırdı o şerefsiz acımadan saldırdı” diyebildi. Musa, Resul’e baktığı sırada İsa babasının elinden taban­cayı almaya çalışırken tabanca yere düştü. O sırada Zenan tabancayı kaptığı gibi gözünü kırpmadan Resul’ü peş peşe attığı üç kurşunla vurdu.

İsa yapma diye bağıramamıştı bile. Zenan’sa, İsa’ya dönerek “İşte bu yüzden söyleyemedim” deyip tabancayı kalbinin tam üstüne yerleştirerek ateşledi. Ha­yata bir sıfır yenik başlayan Zenan daha on beşinde yazgısına Galip olamadı.


“Yorumlarınız bizim için çok önemli. Yorumlarınızı merakla bekliyoruz, Yorum Yazmayı Unutmayın! 

Diğer İbretlik Hikayelerimizi de Keşfedin!

DERİN SIR ”Büyük Fedakarlık”
KIRMIZI PAPUÇLAR
OĞLUMUN KOKUSU
ADIM MUHAMMET
ŞEYTANIN SUÇU


Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Aşk Hikayeleri
Başarı Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler
Yaşam Tadında Kısa Hikayeler (Youtube)

Hikayemizi Dinlemek İstermisiniz?

kücük gelin

İlginizi Çekecek Hikayeler

Bir Cevap Yaz

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *