«
  1. Anasayfa
  2. Kısa Hikayeler Oku
  3. BİR KONUK / Korku Hikayeleri

BİR KONUK / Korku Hikayeleri

Korku Hikayeleri

BİR KONUK / Korku Hikayeleri

Korku hikayeleri kategorimizde sizlere gerçek korkunun, yaşanmış hikaye paylaşmak istiyorum, İngilizce hikaye versiyonu yayınlanan, korku hikayeleri yazımızı sizler için Türkçe çeviri yaparak sizlere sunuyoruz.


Anlatıcı – “Size şimdi Okuyacağınız olayla hikâyemizin doğruluğuna olan inancınız artacaktır sanırım. Sadece gerçek olduğunu bilmekle kalmadığım, bizzat tanık olduğum bir olay bu”.

Tatlı, güzel bir yaz akşamıydı, babam zaman zaman yaptığı gibi kendisiyle beraber şatonun civarındaki ormanda dolaşmayı teklif etti bana.

Yolda yürürken birdenbire, “General Spielsdorf beklediğim kadar yakın bir zamanda gelemeyecekmiş,” deyiverdi.

Ertesi gün birkaç hafta kalmak üzere Generalin bize gelmesini bekliyorduk. Yanında da hoş bir hanımı, daha önce tanışma fırsatı bulamadığım ama çok hoş ve zeki biri olduğunu duyduğum, birlikte çok iyi vakit geçirmeyi umduğum yeğeni Matmazel Bertha Rheinfieldt’i getirecekti. Şehirde ya da hareketli bir ortamda yaşayan bir hanımın asla tahmin edemeyeceği kadar büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Oysa ki bu ziyaret ve dolayısıyla yeni biriyle tanışacak olmam haftalardır düşlerimi süslüyordu.

“Pekiyi ne kadar gecikeceklermiş,” diye sordum.

“Sonbahardan, yani iki aydan evvel gelemez,” dedi ve ekledi:

“Matmazel Rheinfieldt’a gelince, onu hiç tanımamış olmana çok seviniyorum, yavrum.”

“Neden,” diye sordum merak ve üzüntüyle.

“Çünkü zavallı kızcağız ölmüş,” dedi. “Bunu sana haber vermeyi unuttum. General’in mektubu bu akşam geldiğinde sen odada değildin.”

Çok şaşırmıştım, General Spielsdorf altı yedi hafta önce gönderdiği ilk mektupta yeğenin sağlığının olmasını istediği kadar iyi olmadığından bahsetmişti ama tehlikenin bu kadar büyük olduğunu belirtmemişti.

“İşte General Spielsdorf’un mektubu,” dedi babam, zarfı uzatırken. “Ne kadar üzgün olduğunu tahmin edebiliyorum. Maalesef ne kadar büyük bir keder içinde yazıldığı anlaşılıyor.”

Büyük ıhlamur ağaçlarının altındaki bir banka oturduk. Güneş arkasında muazzam bir kızıl melankoli bırakarak ufuk çizgisinin ötesinde kayboluyordu. Gökyüzünün kızıllığı, evimizin yanından, daha önce bahsettiğim dik tahta köprünün altından bir gurup ulu ağacın arasından kıvrıla kıvrıla akan ırmağa vurmuştu. Generalin mektubunu okumaya başladım, yeis dolu, tuhaf bir mektuptu, öyle ki bazı yerleri iki kere, hem de babam da duysun diye yüksek sesle okumak zorunda kaldım; hâlâ inanamıyordum, babamın da kendini toparlamış olduğundan emin değildim.

Şöyle yazmıştı General: “Kızım kadar sevdiğim canım yeğenimi kaybettim. Bertha’nın hastalığının son günlerinde size yazamadım. Durumunun bu kadar tehlikeli olduğunu bilmiyordum. Her şeyi onu kaybettikten sonra anladım ama çok geç kalmıştım. Geleceğinden umutlu, hiçbir şeyden habersiz, büyük bir huzur içinde öldü yavrum. Sonsuz mutluluğumuzu çok gören düşmanımız sonunda emeline ulaşmış oldu. Konukseverliğimizden faydalanan o iblis her şeyi mahvetti. Ben de Bertha için sevimli, hayat dolu bir arkadaş buldum diye seviniyordum. “Tanrım! Ne aptalmışım!” Neyse ki yavrum çektiği acıların sebebi hakkında şüpheye kapılmadan ölüp gitti.
Hastalığının nedenini bilmeden, buna sebep olanı lânetleyemeden öldü. Ama ben bundan sonraki günlerimi o canavarı izleyerek, hareketlerini gözleyerek geçireceğim. Haklı ve merhamet dolu niyetimi gerçekleştirebileceğim söylendi. Az da olsa yolumu aydınlatan bir ışık var. Kendimi beğenmişliğime, inançsızlığıma, inatçı körlüğüme lânet olsun. Geç, artık çok geç.

Şu anda aklımı iyice toparlayıp konuşacak ya da doğru düzgün yazacak durumda değilim. Kafam çok dağınık. Biraz iyileşeyim, sonunda Viyana’ya kadar gitmeme sebep olacağını bildiğim araştırmalarıma başlayacağım. Sonbaharda, yani iki ay kadar sonra, belki daha da erken olabilir eğer hâlâ yaşıyorsam gelip sizi göreceğim, tabii izin verirseniz. O zaman size bu kâğıtta yazmaya elimin varmadığı her şeyi anlatacağım. Elveda. Benim için dua edin, sevgili dostum.

Mektup, bu garip satırlarla sona eriyordu. Bertha Rheinfieldt’ı hiç örmemiş olmamama rağmen birden gözlerim yaşla doldu hem şaşırmış hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir hayâl kırıklığına uğramıştım.

Güneş batmıştı, General’in mektubunu babama uzatırken ortalık alacakaranlık olmuştu bile.

Serin, hoş bir akşamdı, babamla birlikte yürürken az önce yazılmış dehşet dolu satırların ne anlama gelebileceği üzerinde fikir yürütüyorduk. Şatonun önünden geçen yola ulaşmak için bir saat kadar yürüdük, yola ulaştığımızda ay gökyüzünde pırıl pırıl parlıyordu. Asma köprüde Madam Perrodon ve Matmazel De Lafontaine’le karşılaştık. Bonelerini çıkarıp sokağa çıkmış, ay ışığını seyrediyorlardı.

Yanlarına yaklaştığımız sırada hararetli hararetli bir şeyler tartıştıklarını duyduk. Asma köprüde onlara katılıp bu güzel manzarayı hep birlikte izlemeye koyulduk.

Az önce yürüyüp geçtiğimiz patika yanımızda uzayıp gidiyordu. Dar bir yol solumuzda kıvrıla kıvrıla gidiyor ve ağaçların arasında, kesif ormanın içlerinde kayboluyordu. Aynı yol sağımızda, hemen yanında gelip geçenleri kontrol etmek istermişçesine duran harap bir kulenin yükseldiği dik ve pitoresk köprüyle birleşiyordu; köprünün diğer ucunda birdenbire etraflarını gri gölgelere boğan, yolculara geçit vermeyen, üstlerini sarmaşık bürümüş dev kayalıklar yükseliyordu.

İnce bir duman tabakası çimenlerin ötesindeki alçak toprakları kaplamış, uzaklar ince bir tülün altında görünmez olmuştu, yine de orada burada fırsatını bulup kendini göstermeyi başaran ırmağın ayna gibi parlayan suları gözümüze çarpıyordu.

Bundan daha hoş, daha huzurlu bir manzara düşünülemezdi. Az önce aldığım haber beni derin bir melankoliye sürüklemişti; ama hiçbir şey bu manzaranın güzelliğini bozamazdı.

Manzaranın tadını çıkarmakta olan babam ve ben önümüzde uzayıp giden bu görüntüyü seyrettik sessizce. Bizden biraz uzakta duran mürebbiyelerim manzaraya ve ay ışığına iltifatlar yağdırıyordu.

Madam Perrodon orta yaşlı, tıknaz, romantik bir kadındı. Her şeye şiirsel açıdan bakar ve o yönde sözler ederdi. Matmazel De Lafontaine baba tarafından Alman’dı. Psikoloji, metafizik ve mistisizm gibi konulara ilgi duyardı; ayın böyle güçlü bir ışıkla parladığı dönemlerde insanlar üzerinde birtakım özel, ruhsal etkiler yarattığından söz etmeye koyuldu. Ay ışığının sinirli insanları,

onların rüyalarını ve ruhsal durumlarını etkilediğini söyledi ve bize kuzeninden bahsetti. Gemilerin birinde miçoymuş, mehtaplı bir gecede güvertede sırt üstü uzanmış, ay ışığını seyrederken uyuyakalmış. Rüyasında çok çirkin bir kadının gelip yüzüne bir tokat attığını görmüş, hemen uyanmış ve bir de bakmış, yüzü sanki bir tarafa doğru çekiliyor gibi garip bir şey hissetmiş, hafif bir felç inmiş adamın yüzüne, bir daha da hiç iyileşmemiş.

Bu gece de ay manyetik etkilerle dolu. Arkanıza dönüp şatonun ön cephesine bakın, pencereleri bu gümüş renkli ışıkta nasıl da parlıyor, sanki görünmeyen eller odaların içinde sihirli ışıklar yakmış, perileri çağırıyor gibi, öyle değil mi?

İnsanın içinden konuşmak gelmeyip de, başkalarının anlattıklarına kulak kabartmak istediği anlar vardır ya; işte ben de o anlardan birini yaşıyordum, kadınların konuşmalarını dinledim sessizce.

“Bu akşam çok büyük bir üzüntü içindeyim,” dedi babam ve İngilizcemizi canlı tutmak için yaptığı şeylerden birini yapıp Shakespeare’den birkaç dize mırıldandı:

“Doğrusu bilmiyorum neden üzgün olduğumu,” Endişelendiriyor beni; endişelendiğini söylüyorsun sende, Nereden kapıldım, gelip o buldu beni.”

“Devamını unuttum. Ama hissediyorum, büyük bir şanssızlık gelip musallat oldu bize. General’in üzücü mektubunun da payı var bunda.”

Tam o sırada duymaya alışık olmadığımız bir sesle, hızla yaklaşan iki arabanın tekerleklerinden duyulan gürültü ve nal sesleriyle irkildik.

Köprüyü yukarıdan gören tepeden doğru geliyordu galiba, biz tam böyle düşünürken gerçekten de araba aynı noktada beliriverdi. Köprüden önce iki atlı geçti, arkasında dört atın çektiği bir araba ve onun arkasında yine iki atlı.

Arabada yolculuk eden kişi önemli biriydi galiba; bir anda hepimiz kendimizi kaptırmış onları izlemeye başlamıştık. Karşımızdaki manzara birkaç saniye içinde daha da ilginç bir hâl aldı. Çünkü araba tam köprüyü geçtiği anda öndeki atlardan biri nedeni bilinmeyen bir korkuya kapıldı, onun bu paniği diğerlerini de etkiledi. Sonunda guruptakiler birkaç saniyelik kararsızlıktan sonra dörtnala koşmaya başladı, o sırada arkadan gelen araba da birdenbire hızlanıp önde giden iki atlının arasından yıldırım gibi geçerek bizim bulunduğumuz yere doğru yaklaşmaya başladı.

Arabanın içinden yükselen canhıraş kadın feryatları durumun daha da dehşet verici bir hale gelmesine yol açmıştı.

Hepimiz merak ve dehşet içinde ilerledik; babamdan ses çıkmıyordu. Diğerlerimiz ise dehşet içinde bağrışıyorduk.

Merakımız fazla uzun sürmedi. Asma köprüye gelmeden hemen önce, yolun bir kenarında büyük bir ıhlamur ağacı, diğer kenarında da taştan yapılma eski bir haç vardır. Atlar bu haçı görünce korku içinde yön değiştirip ağaca doğru koşmaya başladılar ve sonunda arabanın tekerlekleri ıhlamur ağacının köklerine takıldı ve olanlar oldu.

Olacakları tahmin ediyordum. Görmemek için gözlerimi kapayıp başımı çevirdim; tam o anda benden biraz daha ileride duran mürebbiyelerimin dehşet dolu çığlıklarını duydum.

Merakla gözlerimi açtığımda, ortalığın birbirine girdiğini gördüm. Atlardan ikisi yerde yatıyordu, arabalardan biri ters dönmüştü ve arabanın bir koltuğu dışarı fırlamıştı. Fakat diğer arabaya bir şey olmamıştı. Adamlar kendilerini toparlamaya çalışıyordu, derken arabanın içinden etrafındakilere emirler yağdıracak gibi bir hali olan bir kadın çıktı. Birbirine kenetlediği elleri arasına bir mendil sıkıştırmış, bununla ikide bir gözlerini kuruluyordu. Arabanın kapısından genç bir hanım çıkarıldı, ilk bakışta bir ölüden farkı yoktu. Babam, şapkasını eline alıp yaşlı hanımın yanına gitti, yardım etmek istediğini, şatosunun onları ağırlamaya hazır olduğunu söylüyordu galiba. Kadın onu dinlemiyor gibiydi, aklı başka yerde, arabanın dışarı fırlayan koltuğunun hasırının üzerine yatırılan genç kızdaydı.

Yanlarına yaklaştım; genç hanım çok sarsılmış ama ölmemişti. Her zaman yarı doktor olduğunu söylemekle övünen babam genç kızın bileğini tutup nabzına baktı ve annesi olduğunu söyleyen yaşlı hanıma dönerek nabzının yavaş ve düzensiz attığını ama endişelenecek bir şey olmadığını söyledi. Yaşlı hanım yine ellerini birleştirip, şükranlarını sunmak ister gibi gökyüzüne baktı; ama hemen akabinde bazılarının çok doğal bulacağına emin olduğum, ama biraz fazla teatral bir hava içine büründüğü gözümden kaçmayan bir tarzda ağlamaya başladı.

Yaşına göre hayli dinç görünümlü, görünüş itibarıyla varlıklı olduğu anlaşılan bir kadındı. Uzun boyluydu, ama zayıf değildi, siyah, kadife bir elbise giymişti, beti benzi solmuştu, ama benim yine çok garip bulduğum bir tavırla, mağrur bir edayla, sanki biraz da emir verir gibi bir ses tonuyla yakınmaya başladı.

“Şu başıma gelene bakın!” diye söyleniyordu ben yanına yaklaşırken. Ellerini kenetlemişti yine. “Bir ölüm kalım yolculuğuna çıkıyorum, bir saat kaybetmem bile her şeyi kaybedebileceğim anlamına geliyor. Şimdi kızım, ne kadar süreceğini bilmediğim bu yolculuğun geri kalanına nasıl devam edecek? Onu bırakmamak zorundayım; bırakamam, fakat gecikmeyi de göze alamam. Söyleyebilir misiniz bayım, en yakın köy buradan ne kadar uzaktadır acaba? Kızımı orada bırakmam gerek, onu ancak geri

döndüğümde görebilirim, yani en az üç ay sonra.”

Babamın ceketinin ucuna yapışıp kulağına fısıldadım. “Oh, baba, lütfen ona söyle, kızını burada bizim yanımızda bıraksın, çok iyi olur. Lütfen söyle, konuş onunla.!”

“Eğer Madam, kendisi geri dönene kadar çocuğunu kızımın ve iyi kalpli mürebbiyesi Madam Perrodon’un emin ellerine teslim edip, konuğumuz olarak benim gözetimimde bizimle kalmasına izin verirse; bundan büyük bir onur ve mutluluk duyacak, bu kutsal görevi yerine getirmek için gerekli tüm dikkati ve sadakati yerine getireceğiz.”

“Bunu yapamam efendim, böyle bir şey nezaketinizi ve yardımseverliğinizi suiistimal etmek olur,” dedi kadın dalgın dalgın.

“Tam tersine, tam da böyle bir anda bizim için büyük bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Kızım uzun zamandır büyük bir heyecanla beklediği bir ziyaretin gerçekleşmeyeceğini duymuş olmanın üzüntüsünü yaşıyor. Bu genç hanımı bizim yanımıza bırakırsanız kızımın da önemli bir eksiğini telâfi etmiş olacaksınız. Gittiğiniz yöndeki en yakın köy çok uzakta, üstelik kızınızı bu halde ağırlayacak hiçbir han bulamazsınız, yolculuğa devam ederse sağlığını büyük bir tehlikeye atmış olur. Eğer dediğiniz gibi bir an evvel yola çıkmak zorundaysanız bu sizin bileceğiniz iş, ama kızınız gideceğiniz hiçbir yerde bizimki kadar içten, dürüst ve ihtimamlı bir şekilde ağırlanmayacaktır.”

Hanımın havasında karşısındakine emirler yağdırmaya alışık, zorlayıcı bir yan olduğu hemen anlaşılıyordu, davranışları yakınında bulunanları etkiliyordu, kıyafeti ve yanında taşıdığı eşyalar da onun önemli biri olduğu izlenimi yaratıyordu.

Bu arada araba adamların yardımıyla kaldırılıp içi tekrar düzene konulup yeniden yola çıkmaya hazır duruma getirilmişti.

Kadın, kızına şöyle bir baktı, bu az önce yaşananlardan sonra olmasını beklediğim kadar şefkat dolu bir bakış değildi ama neyse. Sonra babama döndü, konuştukları duyulmasın diye onu, iki üç adım uzağa götürdü, konuşurken yüzünde son derece kararlı ve düşünceli bir ifade olması dikkatimi çekti.

Babamın, ondaki bu değişikliği fark edememiş olmasına şaşırmıştım, kimse duymasın diye neredeyse kulağına fısıldadığı sözlerde neler anlattığını öğrenmeyi merakla bekliyordum.

İki üç dakika geçti, sonra döndü birkaç adımda, Madam Perrodon’a yaslanıp yerde yatan kızının yanına gitti. Yanına çömeldi, kulağına Madam’ın dua olduğunu zannettiği bir şeyler fısıldadı, sonra onu aceleyle öptü, arabasına yürüdü, kapı kapandı, beraberindeki adamlar da çevik bir hareketle atlarına atladı. Öndekiler ve arabacı kırbacını şaklattı, atlar ileri doğru atıldı ve büyük bölümü dörtnala koşulacak yolculuk kaldığı yerden devam etmek üzere tekrar başladı.

Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Başarı Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler 
İngilizce-Türkçe Hikayeler
Yaşam Tadında Kısa Hikayeler (Youtube)


KISA HİKAYELER

Severek Okuduğunuz hikayelerimize Android uygulamamızı indirerek cep telefonlarınızdan ve Tabletlerinizden Rahatlıkla Ulaşa Bileceksiniz.

İlginizi Çekecek Hikayeler

Bir Cevap Yaz

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *