«
  1. Anasayfa
  2. Kısa Hikayeler Oku
  3. ALLAH’IN BAŞ MELEĞİ

ALLAH’IN BAŞ MELEĞİ

korku hikayeleri oku

Allah’ın Baş Meleği / Korku Hikayeleri Oku

Korku Hikayeleri Oku: Esrarengiz bir amcanın anlatıldığı bu korku hikayesinde, şeytanla görüştüğünü iddia eden bir adamla yaşanan tuhaf olaylar anlatılıyor. Paranormal ve gerilim dolu bu hikayede, sıradışı anılar, gizemli konuşmalar ve beklenmedik dönüşler yer alıyor.bu gizemli hikaye, okuyucuları düşündürmeye ve korku dolu anlar yaşamaya davet ediyor. Korku hikayeleri oku makve gizem sevenler için ideal bir hikaye deneyimi.


BU PAZAR sabahı da diğerleri gibiydi. Birkaç gün önce yağan kar, man soğuğundan dolayı henüz erimemiş, intikam alırcasına üzerine basanları yerden düşürüyordu. Asansörden aşağıya inerken bir yandan da “İnşallah araba çalışır.” diye dua ediyordum. Elimdeki kahvaltılığımı yan koltuğa bıraktıktan sonra benimle aynı yaşta olan arabamın kontağını çevirdim. Çok şükür ilk seferde çalıştı. Arabamı ne kadar tamir ettirirsem ettireyim her mevsimde mutlaka arıza veriyordu. Beş yıldır binlerce kilometre yolu sıkıntısız atlatmamı, yolda otostop çekenleri aldıktan sonra ettikleri duaya bağlıyordum. Ben yolda kalanlara yardımcı oluyordum, Yaratan da bana yardımcı oluyordu. Sıfır model bir arabaya binsem bu kadar iyimser olur muydum bilemiyordum.

Üç beş dakika arabayı rölantide çalıştırdıktan sonra yoldan Kayseri’ye doğru yol aldım. Üniversite yolu üzerinden Avanos, oradan da yaklaşık kırk beş dakika sonra Kayseri’de olmayı planlıyordum.

Yeni güne merhaba diyen güneş, yavaş yavaş Avanos üzerinden kendisini gösteriyordu. Üniversite önündeki kırmızı ışıklar durmam için işaretlemede bulundu, durdum. Yeşil ışığın yanmasını beklerken etrafi seyretme imkânı buldum. Birkaç yüz metre ileride, orta yaşlarda bir adamın yolun kenarında ara sıra arkasına bakarak yürüdüğünü fark ettim. Yeşil ışık yandıktan sonra yavaşça yanına yaklaştım. Sağ kapının camını elimle çevirerek açtıktan sonra sordum:

“Selamünaleyküm amca, yolculuk nereye?”

‘Tokat’a gidiyonım.”

“Ben de Kayseri’ye gidiyorum. İstersen seni otogara kadar bırakabilirim?”

Sakin bir şekilde, ‘Tamam, olur.” dedi ve arabaya bindi. Yanıma oturduktan sonra adamı niye aldığımı kendi kendime sorguladım. Sorgularken de çaktırmadan yaşlı adamı gözümün ucundan süzüyordum. Bu soğukta üstünde mont olmaması dikkatimi çekti. Gömleğinin üzerinde İncecik bir süveter, altında kot pantolon ve pr ayakkabısıyla Tokat’a gidiyor gibiydi. İyi ama bavulu yoktu! Yola çıkan insanın elinde kişisel eşyalarını koyacağı en azından bir poşet olmaz mıydı? Adamın durumu beni iyice şüphelendirdi. Arabaya bindiğinden beri de konuşmuyordu.

Avanos’a yaklaştığımızda peribacalarının üzerinden yükselen sıcak hava balonlarının ardında doğan güneşi seyrederken, adamın garipliklerini düşünmeye biraz olsun ara verme imkânı buldum. Bu garip adamla ilgili bir şeyler öğrenme isteğimi durduramadığım için balonları öne sürerek sohbet ortamı oluşturmaya çalıştım.

“Balonlar ne kadar güzel değil mi?”

“Evet, güzel. Müziği kapat.”

Sohbet burada bitti. Pek konuşkan biri gibi gözükmüyordu. Adamı sinirlendirmemek için kısık sesle çalan müziği kapattım ve muhabbet girişimlerime devam ettim.

“Tokat’a çocukları mı ziyarete gidiyorsun?”

‘Çocuklarım İstanbul’da. Beş çocuğum ve karımdan ayrı yaşıyorum.”

“Nevşehir’e nereden geldin peki?”

“Adana’dan otostopla buraya geldim, tüm Türkiye’yi dolaşıyorum.”

Esrarengiz amca, Avrupalıların İnterrail’cileri gibi Türkiye’yi dolaşmaya çıkmıştı ama yanında ne uyku tulumu, ne de bir sırt çantası vardı. Öne eğilmiş zayıf bedenine gözümün ucuyla bakınca üzüldüm. Günlerce yollarda ne yedi ne içti acaba? Allah yardımcısı olsun diye düşünürken, aklıma koltuğun kenarında duran ekmek arası kahvaltılığım geldi.

“Aç mısın amca? Evden çıkmadan kendime bir şeyler hazırlamıştım, birlikte yiyelim.”

“Olur.”

Amca mümkün olduğunca kısa cevaplar vermeye devam ediyordu. Ekmek boğazımda kalmasın diye marketten aldığım ucuz meyveli sütlerden birini amcaya uzattım, itiraz etmeden aldı. Nevâleleri yedikten sonra koltuğa sırtını yaslayıp etrafi seyretmeye başladı. Ne zaman konuşacak diye beklerken ansızın sözlerine başladı.

‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun delikanlı?”

“Bilmiyorum amca.”

“Ben Allah’ın baş meleği, Allah’ın aslanıyım.”

Bu sözleri

duyunca ister istemez ürperdim. ‘Aha! Yine başıma iş aldım. Keşke hanımın sözünü dinleyip otostopçuları almasaydım.’ diye düşündüm. Çoğu şoföre, inşaatta çalışmak için Erzurum’dan gelip çavuş tarafından parası ödenmediği için memleketine dönemediği yalanını kullanarak para kopartan dolandırıcılar denk gelirken bana Allah’ın baş meleği, aslanı denk gelmişti.

Bir yandan da amcanın gerçek bir “Baş melek” olma ihtimali üzerinde de duruyordum. Erken çocukluk dönemimizde bize ısrarla seyrettirilen “Sır Kapısı” benzeri programlardaki sakallı dedelere de benzemiyordu. İnsan kılığına girmiş Hızır Aleyhisselam olabilir miydi acaba? İyi ama Allah’ın baş meleğiyim diyordu, Hızır olsa bile Hızır olduğunu söyleyecek miydi? Benim bildiğim dört büyük melek vardı. İsrafil, Mikail, Cebrail, Azrail. Bir de Rıdvan vardı. Onun da cennetin kapısında görevli olduğunu hatırlıyordum, o kadar.

Yol kenarındaki tabeladan Kayseri’ye 50 kilometre kaldığını gördükten sonra amcanın konuşmasındaki tuhaflığa aldırış etmeye çalıştım. Söylediklerine itiraz da etmedim.

“Benim ismim de İsrafil. İsrafil (a.s) ‘ı tanır mısın?” diyerek sohbeti devam ettirmeye çalıştım.

Bu konuşmamla amcaya iman ettiğimi belirttim. İsmimin mesleğiyle olan ilgisinin altını çizerek samimiyet kurmaya çalıştım.

Amca beyazlaşmaya başlamış kaşlarını çatarken alnındaki çizgi sayısı daha belirgin hâl aldı.

“İsrafil’in bir görevi kalmadı artık. Allah’la konuştum, kıyamet kopmayacak.”

Tövbe estağfurullah, iman ettik tamam ama amca iyice şirke doğru depar atıyordu. Cevap verirken yüzünde en ufak tereddüt ifadesi yoktu. Bakalım daha neler çıkacak düşüncesiyle Azrail (a.s) konusunu açtım.

“Azrail (a.s) ile hiç görüştün mü peki?”

“Azrail’in de bir görevi kalmadı. Allah’la konuştum, artık insanlar ölmeyecek.”

Bu son söylediği sözle kendisine olan saygımı da imanımı da yitirdim. İtiraz etmek istiyordum ama bir yandan da ani tepki verir, beni bıçaklar diye de korkuyordum. İster Sır Kapısı’ndaki sakallı dede olsun, ister başka bir mübarek olsun, artık söylediklerine dayanamıyordum. Cesaretimi toplayıp gerçek fikirlerimi belirtmeye başladım.

“İnsanlar ölmeyecek diyorsun ama daha dün Nevşehir’de altı kişi öldü. Her gün selalar okunuyor. Baş melek olarak buna ne diyorsun?”

Amca itiraz ediyordum fakat bir yandan da sinirlenip beni bıçaklamasın diye “Baş melek” unvanını da eklemeyi ihmal etmiyordum.

“Adana’da da her gün selalar okunuyordu. Bir gün bir cenazeye katıldım. Kimse yokken tabutun içine baktım, ceset yoktu. Cenaze törenlerinde tabutların içi boş kalkıyor. İmamlarla şeytan bir oldu, birlikte çalışıyorlar.”

Bu cümlesinden sonra esrarengiz amca gözümdeki tüm mübarekliğini yitirmişti. Sohbet ilerlerken “Karapınar’a Hoş Geldiniz” tabelası bana yolumuzun az kaldığını hatırlattı. Tüm korkularıma rağmen yol bitmeden bu esrarengiz amcayla sohbeti ilerletme isteğim artıyordu. “İmamlarla şeytanlar bir oldu.” demişti. Demek ki şeytanla da iletişimi olmuştu. En iyisi bunu kendisine sormak diye düşündüm.

“Allah’ın baş meleği olarak şeytanla hiç görüştün mü amca?”
“Şeytanla iki kez sesli olarak görüştüm. Birisi Üsküdar, diğeri Kadıköy’de. İki görüşmemizde de onu öldürdüm. Her öldürdüğümde o tekrar dirildi ve insan suretinde karşıma çıktı.”

Esrarengiz amcanın şeytan yorumundan sonra kendisinin baş meleklik görevini tekrar gündeme getirmeye karar verdim.
“Allah’ın baş melekliği sana nasıl bildirildi peki?”
“Allah bana sözlü olarak iletti, ‘Sen artık benim baş meleğim, aslanımsın.’ dedi.”

“Baş meleğim diyorsun ama insani ihtiyaçlara sahipsin. Biraz önce benim nevaleyi yerken meyveli sütü içtin. Gerçek meleklerin yemek içmek gibi insani ihtiyaçları olmaz.”
“Ben insan suretinde meleğim. İnsani ihtiyaçlarım olabilir.”

Ne sorsam kendince mantıklı bir cevap veriyordu. Konuştukça esrarengiz amcanın mübarek bir şahıs olmadığım anlamıştım. Psikolojik sorunları olabilirdi. Belki hafızasını kaybetmişti, şizofren de olabilirdi. Ben bu ihtimalleri düşünürken amca bir yandan konuşmaya devam ediyordu.

“Benim iki karım daha var, biri Mısır’da. Onunla kavuşmamıza şeytan engel oluyor.”
“Diğeri kim?”
“Angelina Jolie, tanır mısın?”
“Duydum. Yabancı, ünlü biri galiba.”
“İşte o benim ikinci karım.”

Amcanın hayal gücüne hayran kalmamak elde değildi. Hayal de olsa kendine güzel eşler seçmişti. Amca konuşurken bir yandan da ona nasıl yardımcı olabileceğimi düşünüyordum. Karakola götürsem, gideceğim yere geç kalacaktım. Amca bu zihinle hatırlamadığı suçlar da işlemiş olabilirdi. Belki cinayet bile işlemiştir. Götüren kişi ben olduğuma göre, bıçaklayıp Kızılırmak kenarına gömdüğü cesedi taşımasına yardım ettiğim de düşünülebilirdi.

Yok yok, en iyisi otogarın önüne bırakmaktı. Otogara bıraktıktan sonra birileri tarafından öldürülürse ne olacaktı peki? En son MOBESE kameralarında çekilen fotoğraflarda mavi bir otomobilin ön koltuğunda birlikte pozumuzu gören emniyet mensupları bu sefer de bu adamın ölümünden beni sorumlu tutabilirlerdi.

Benim yanımdayken sağlıklıydı, ben bir şey yapmadım desem de nasıl ispat edebilirdim ki? En iyisi birlikte bir özçekim yapmaktı. Kayseri girişinde şehir nüfusunu ve rakımını gösteren tabelaya yaklaştığımızda yolun kenarında durdum. Aklımdaki bu ihtimalleri amcaya yansıtmadan teklifimi sundum.

“Senin gibi mübarek bir insanla tanıştığım için çok mutlu oldum. Arkadaşlarıma baş melekle tanıştım desem kimse inanmaz. Seninle fotoğraf çekilebilir miyiz? Arkadaşlarıma göstermek istiyorum.”
“Tabii ki olur.” dedi.

Tabelanın önünde fotoğrafını çektikten sonra amcadan arabanın önünde de poz vermesini istedim. O gülümserken plaka görünecek şekilde birkaç fotoğraf çektim. Bu fotoğraflar olur da ben bıraktıktan sonra ölürse kendimi sağlama almak içindi.”

“Böyle bir şey olması durumunda emniyete fotoğrafları gösterip ‘Ben bıraktığımda sağlıklıydı.’ diyecektim. Fotoğraf çektikten sonra tekrar arabaya binip yolumuza devam ettik. Otogara yaklaşırken amca konuşmaya devam ediyordu.

“Şeytan bana söylemişti, V… grubu 0 2017 model araçları Türkiye’ye göndermeden önce detaylı incelenmeliydi. Hepsinin beyininde arıza var. Görürsün bak kırk bin araç geri çağrılacak.”

‘Otogara geldik amca. Seni Işıklan geçince indireyim.”
‘Tamam, olur, indir.”

Işıkları geçtikten sonra müsait bir yerde amcayı indirdim. Yolda arkasına bakarak yürümeye devam etti. Bir süre dikiz aynasından esrarengiz misafirimi seyrettim. Seyrederken de vicdan azabı çekiyordum. Keşke karakola bıraksaydım diye düşünürken polisi arama fikri aklıma geldi. 155’i arayıp bıraktığım yeri, amcadan laf arasında aldığım ad, soyad ve aile bilgileriyle ilgili detayları ilettim.

Telefondaki memur, kayıp başvurusu bulunanlar arasında o isimde birinin olmadığını söyledi. Amcanın verdiği bilgiler de dini bilgileri gibi hatalıydı. Elimde fotoğrafının olduğunu söylediğimi işiten memur, fotoğrafı, verdiği numaraya gönderebileceğimi hatırlatarak bıraktığım yere bakacaklarını söyledi. Esrarengiz amcanın fotoğrafını emniyete gönderdikten sonra vicdanım biraz olsun rahatladı. İçimden, “Umarım onu bulup ailesine teslim etmişlerdir.” diye dua ettim.

Kayseri’deki işimi bitirip eve döndükten sonra hanıma bu esrarengiz olaydan bahsettim. Cevabı beni hiç şaşırtmamıştı. “Bir gün başına bir iş alacaksın, yolda her bulduğunu arabana alma!” diye söylendi. Ben de “Söz, son model bir arabam olursa kimseyi almam.” diyerek karşılık verdim.

Bu olaydan birkaç ay sonra telefonum tamir edilemeyecek şekilde arızalandı. Neyse ki amcayla çektirdiğim fotoğrafı tamamen yitirmemiştim. Her ihtimale karşı telefonumdaki tüm verileri bilgisayarıma yedeklediğimi hatırlayıp sevindim. Bilgisayarı açıp fotoğraflara son kez baktım. Amcanın gözlerini dikkatle incelerken birden ekran karardı. Tüm denemelerime rağmen bilgisayarım bir daha açılmadı. Arızayı gidermeleri için bilgisayarımı servise bıraktım.

Servis görevlisi birkaç gün sonra aradı. Ana kart yandığı için yeni bir ana kart taktığını, tüm verileri kaybettiğini söyledi. Amcaya dair tüm kayıtları art arda kaybetmem bir türlü anlam veremedim. O günden sonra bu olay her aklıma geldiğinde acaba böyle bir amca var mı diye kendi kendime şüpheye düşüyor, aklımı yitirecek gibi oluyorum. Yoksa “Allah’ın baş meleği” olduğunu iddia eden o amca, benim düşlerimde büyüttüğüm tuhaf bir sanrıdan mı ibaret?

Yazar : İsrafin Baran


Diğer Korku Hikayelerimizi de Keşfedin!

Gizemli Yolculuk
SAHTE TÜRBE / İbretlik Gerçek Hikayeler
ERKEN GELEN KORKU
BİR KONUK / Korku Hikayeleri
GİZEMLİ KASABA
OKULDAKİ SIR


Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Aşk Hikayeleri
Başarı Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler
Yaşam Tadında Kısa Hikayeler (Youtube)

İlginizi Çekecek Hikayeler

Bir Cevap Yaz

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *